Cuma günü katarakt ameliyatı geçiren Ardıç taburcu oldu Engin Ardıç bugünkü köşe yazısında kendisine vefa gösterenlere şu şekilde teşekkür etti: Teşekkür ve teşekkür Katarakt ameliyatımı büyük bir başarıyla gerçekleştiren sevgili Doç. Dr. Emrullah Taşındı’ya, Veni Vidi Göz Sağlığı Merkezi’nin birbirinden güzel insanlarına, bütün sağlık ve idare personeline teşekkür ederim... Arayıp soran bütün sevenlerime, çiçek göndermek inceliğini gösteren dostum Cem Uzan’a ve uzun süredir göremediğım bazı eski çalışma arkadaşlarıma da yürekten teşekkürler... Bir telefon bile açmayan, hatta benimle dalgasını geçen bazı “yeni” dostlarıma da ayrıca teşekkürü borç bilirim. Yerimi öğrendim, bu da bana ilerisi için ışık tuttu, gideceğim yolu aydınlattı. AKŞAM Genç Türk Gücü Hareketi olarak bizler de Sayın Engin Ardıç`a geçmiş olsun dileklerimizi gönderiyor ve Engin Ardıç`ın arşivden bir yazısını da sizlerle paylaşıyoruz! "Engin Ardıç´ı öldürebildiler mi Babıali puştları? Bazı ticaret ve siyaset puştları da Cem Uzan´ı öldüremezler" Nasıl bir kindir, nefrettir, hasettir, garezdir bu? Konudan geri durdum. Çünkü 'mükerrer' olacak, 'malumu ilam' kalacaktı. Nitekim, iktidarın Uzan Grubu şirketlerine niçin baskınla el koyduğunu, nereye varmak istediğini, haberiyle, yorumuyla hemen bütün arkadaşlardan, hemen her açıdan okudunuz. Elektrik işletmeciliğinin teknik ayrıntılarına aklım ermez. Saldırının yanıtını da sanırım seçmen sandıkta verecektir. Ancak, uzun zamandır, yıllardır kafamı kurcalayan bir mesele var... Cem Uzan'la 1991 yılının aralık ayı ortalarında tanıştım, bana yaptığı iş teklifini kabul ettim, hukuken 1992 yılının ilk günü, fiilen de ocak sonu televizyonda çalışmaya başladım. Demek ki on bir buçuk yıldır birlikteyiz. Çok beylik bir deyimle iyi günlerimiz de kötü günlerimiz de oldu. Kimi zaman 'Avrupa'larda' gezdik, kimi zaman kavga da ettik. O beni kovmadığı sürece, benim de elim ayağım tuttuğu sürece kendisinden ayrılmayı düşünmüyorum. Batmadığı sürece demeye gerek görmedim... Allah korusun iflas miflas ederse bir yazıhane tutar, iki masa bir telefon bir bilgisayar kiralar, sıfırdan tekrar başlarız! Biz hayattan korkmayız, hayat bizden korksun. Fakat on bir buçuk yıldır da hep merak ettim: Bu adam kime ne kötülük etmişti? Kıskanılmak için her nedeni vardı tabii, gençti, yakışıklıydı, çok zengindi, başarılıydı, dinamikti, enerjikti, tuttuğunu koparıyordu, falan filan. Fakat, bu sado-mazo toplumun belirgin özelliklerinden biri olan 'Schadenfreude', yani 'başkalarının başına gelen felaketlerden zevk alma' sapıklığını da aşan bir garip, tarifsiz kin çemberiyle kuşatılmıştı bu adam, hele böyle sendelediği zamanlar kendisine vurmaktan apayrı bir zevk alıyorlardı... Her patron gibi o da zaman zaman işçi çıkarmış, her patron gibi o da zaman zaman ödeme güçlüğü çekmiş (bizim ücretleri hep çok mu gününde ödedi sanki?), o da birilerinin ayağına basmış, bu arada kafa göz de yarmıştı. Cangıl içinde ayakta kalabilmek için cangıl kurallarına uymakla suçlanıyordu, her türlü kanunsuzluğu, her türlü katakulliyi yapan 'tüccar' kendi gözündeki merteğe bakmadan Uzan'ın gözündeki çöpü sorguluyordu, tamam, burası Türkiye'ydi de ondan, peki peki anladık, ama bu kadar üzerine gelinmesinde daha başka bir şey vardı... Daha başka bir dürtü, daha başka bir çekememezlik... Daha köklü bir kötülük tutkusu, daha 'şeytani' bir haset... Suçu neydi bu adamın? Niçin yokedilmek isteniyordu? Çünkü, gerek ticari gerek siyasi rakiplerinin sistemli saldırıları, öyle eleştiri meleştiri değil, zayıflatmak, tırpanlamak, tırnaklarını, dişini sökmek falan hiç değil, silmek, öldürmek, yoketmek amacına yönelikti. Eh, 'gavur' kahpelik etti, birkaç Müslüman da kalleşlik edecekti tabii... Nitekim, günde birden fazla gazete almak 'lüksüne' sahipseniz, atılan zevk çığlıklarını, satır aralarından yükselen kahkahaları ibretle izliyorsunuz. Lumpen futbol seyircisinin 'geçirdik, geçirdik' haykırışları aydın geçinenlerin köşelerinden taşıyor. Bu alçakların dolduruşuna gelen alt tabakadan bir kesim de 'yiyeceği kadar yemiştir abi' diyor ama, 'ne yedi' sorusuna verecek yanıt bulamıyor, apışıp kalıyor. Sonra galiba çözdüm: Çok kişinin olamadığı her şeydi Cem Uzan. Ondan nefret edenlerin düşlerinde bile sayamayacakları kadar parası vardı, o ayrı, ama onların hiçbir aynada göremeyecekleri kadar yakışıklı, hiçbir mektebinin mezuniyet töreninde bulunamayacakları kadar okumuş, hiçbir zaman öğrenemeyecekleri kadar da yol yordam bilen bir adamdı. Onunla boy ölçüşmeye kalkışanların kapısının önünden bile geçemeyecekleri yerlerde, hayatlarında adını bile duymadıkları yemeklerden yiyor, yanına iki yüz metreden fazla sokulamayacakları kişilerle arkadaşlık ediyordu. Bir ya da birkaç olumlu özelliğe sahip olsa, yanında da kusurları bulunsa, neyse; örneğin fakir ama parlak bir delikanlı olsa, ya da çok zengin ama kambur ve şekilsiz bir ihtiyar, ya da zengin çocuğu ama elinden iş gelmez, hovarda ve haylaz bir mirasyedi, ya da hadi başarılı bir işadamı ama büyük servetine rağmen pazar günleri odun ateşiyle termosifon ısıtıp ailece su dökünen bir kıro, tamam, bu kadar üstüne gitmeyeceklerdi. Ama hepsi birden bir tek kişide toplanınca 'affetmezler'. Babıali boyutlarında kendim de 'sürklase' ettiğim cahillerin, yeteneksizlerin, zavallıların hasediyle karşılaşmış ve bundan çok çekmiş bir adam olarak, onu çok iyi anlıyorum... Bu aşamada söyleyeceği, ona yakışan bir tek laf var, Ahmed Arif'in dizelerinden alacağı on kelime: Dört yanım puşt zulası, vurun ulan vurun, ben kolay ölmem! Engin Ardıç'ı öldürebildiler mi Babıali puştları? Bazı ticaret ve siyaset puştları da Cem Uzan'ı öldüremezler. Ama buyursun, ilk taşı, ticarette, siyasette, hayatta hiç hatası olmayan atsın bakalım da görelim. STAR GAZETESi 2003